Sigorta

Ayşe Çavdar buraya nasıl geldiğimizi ve ne halde olduğumuzu veciz bir biçimde özetlemiş (https://www.artigercek.com/erzurumlu-vaiz-vs-kasimpasali-imam-kim-kimi-kandirdi):

“The Cemaat her hareketiyle Erdoğan’ın siyasette en çok öğrendiği mektep oldu. AKP’nin ilk halinin Abant Toplantıları’nda temelleri atılmış bir siyasi parti olduğundan kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü, AKP kurulduğunda Erdoğan’ın yanında yalnızca üç arkadaşı daha vardı (Abdullatif Şener, Abdullah Gül ve Bülent Arınç) ve aralarında Erdoğan’ın o dönem ürettiği siyasal söylemi üretme kapasitesine en az sahip olan kişi yine Erdoğan’dı. O söylem üretici olarak değil, popüler bir satıcı, pazarlamacı olarak girdi devreye ve etrafındaki insanlar gittiğinden beri eli yüzü düzgün tek bir siyasi söylem bile üretemediğine şahidiz. Ama bu The Cemaat’in kurduğunu Erdoğan yıktı anlamına gelmiyor. Aksine The Cemaat’in olanca ‘aklı’ ile kurup kurabildiği tahayyülün bu kadar olduğu anlamına geliyor. Erdoğan’ın satıcılığının ise ‘düşmanlık siyaseti’ dışında hiçbir ürünün ticaretinde işe yaramadığının farkındayız. Hülasa, ortada nostaljisi yapılacak bir başarı yok. Türkiye’yi utanç verici bir yıkıma sürükleyen bir başarısızlık var sadece.”

Yukarıya alıntıladığım paragraftan hemen önce de, nereye gidiyor olduğumuzun ipuçlarını vermiş:

“15 Temmuz bahsine girmeyeceğim bile, çünkü o konu burada yazdıklarımla yalnızca dolaylı olarak ve bütün bunların bir semptomu olması dolayısıyla alakalı. Her iki ortak iflas bayrağını aynı anda çektiler o gece. İddiam o ki, o geceden bu yana ne Gülen ne de Erdoğan söz sahibi artık Türkiye’nin geleceğinde. Bir daha da olamayacaklar. Birlikte ürettikleri şiddet bu güçsüzlüğün en dolaysız ispatı. Elbette yakacakları çok can var daha, ama yaktıkları can sayısınca yok ediyorlar sahip oldukları gücü ellerinde tutma ihtimallerini. İşin iyi tarafı bunu ikisi de çok iyi biliyor ama kendilerine mani olamıyorlar.”

Benim dünyayı kavrayışıma göre, güç sahiplerinin kendilerine mani olmalarına ihtiyaç duyuluyorsa, zaten maç bitmiştir. Dünya, ancak herkese —özellikle de güç sahiplerine— başka hemen herkesin mani olabilmesi halinde emniyetli ve doğurgan bir yer olabilir.

Erdoğan kendisine mani olamıyor. Kendisine kendisi dışında kimsenin mani olamayacağı şartları adım adım inşa etti. O dönemde bu gidişata itiraz edenleri susturanlar, şeytanlaştıranlar, birer birer Erdoğan’a mani olma potansiyellerini kaybettiler. Bugün onlar da susturuldular, şeytanlaştırıldılar veya artık şeytani bir makinenin, durmaksızın büyük, çok büyük suçlar, günahlar işleyen bir makinenin basit, etkisiz birer dişlisinden ibaretler. Bir vakitler Erdoğan’a mani olma kabiliyetleri vardıysa, artık kalmadı. Dahası, Erdoğan’ın dağıttığı ulufelerden hisselerini alabilmeleri için, Erdoğan’a mani olmaya niyetleri olmadığını göstermeleri bile yetmiyor, buna kabiliyetleri olmadığını ispatlamak zorundalar. Kısır olduklarını… İğdiş edilmiş olduklarını… Erdoğan’ın tadını çıkardığı/çıkaracağı dünya hazlarına onun adına hizmet edebilmek için kastrasyona uğramayı kabul etmiş bir yığın eksilmiş mahlûkla çevrelenmiş durumda Erdoğan. O çevreye girebilmek için, eksilmeyi peşinen kabul etmek de şart.

Mesela, bu çevreye en son kabul edilen hizmetlilerden Bahçeli’ye bakın. Chaplin’in Hitler parodisinden bile daha komik el kol hareketleri ve ses tonuyla “Suudi Arabistan bir Hollywood yıldızına benzetilen robota dünyada ilk kez vatandaşlık vererek ne yapmak istemektedir?” filan diye zırvalayan Bahçeli’ye… İktidarsızlığı, işe yaramazlığı saklanamayacak kadar aşikâr görünüyor. Ancak Erdoğan’a hizmeti mukabili dünya hazlarına yakından bakmaya ruhsatı var. O hazlara o kadar yaklaşıp el sürememenin yol açtığı acı, katıksız bir saçmalık halinde, Erdoğan’ın etrafındaki herkeste, elle tutulacak kadar yoğun bir biçimde hissediliyor.

Erdoğan kendisine mani olamıyor. Etrafındakilerin, giderek daha büyüyen suçlarına ve günahlarına mani olmaya kalkmamasını garanti altına almak için, her defasında daha derinde bir yerlerin burulması gerekiyor. “Başkan yaptımsa ben yaptım, ben ‘git’ dediğimde gitmeliler” gösterisi de bunun bir parçası. Meclisteki parmaklarının her birinin, her gün biraz daha insanlıktan çıkarılması, parmakları dışındaki bütün uzuvlarının teker teker alınması gerekiyor. Bu operasyonlar, operasyona uğrayanların canlarını yakıyor mu, bilmiyorum. Çünkü artık hiçbiri beni aramıyor, benimle temas etmiyorlar. Beni görünce eski günleri, insana benzedikleri günleri hatırlayıp utanacaklarını hissettiklerinden beni ajandalarından çıkardıklarını düşünmüyorum —öyle olsa, yine de iyimser olmak için bir bahane olurdu. Korktuklarını düşünüyorum. Çünkü Erdoğan onların utanma duygularını daha en başta burdu ama korkularına dokunmadı. Artık birer parmak ve bolca korkudan ibaretler.

Erdoğan kendisine mani olamıyor. Kendisine mani olabilecek kimse de yok etrafında. Ve biz, utanç verici bir yıkıma doğru, giderek hızlanarak, sürükleniyoruz.

Pazarlamacı Erdoğan’ı, eğer kendi beyanına itibar edeceksek, bugüne kadar Avrupa kandırdı, Amerika kandırdı, Gülen kandırdı, Kürtler kandırdı, Esat kandırdı. Şimdiye kadarkiler retorik, kimsenin Erdoğan’ı kandırdığı yoktu. Ama şimdi Putin Erdoğan’ı sahiden kandırıyor. Fena kandırıyor. Zerre kadar imalat yapmadan, sadece pazarlamacılıkla zenginlik üretilebileceğini zanneden budala, zanları her çuvalladığında “ama beni kandırdılar” diyerek âlemi kandırmış olmasının kendisini sıkıştırdığı yerden, Putin’in açtığı dehlizle çıkmaya çalışıyor. Kendisi bir yere çıkabilir mi şüpheliyim ama biz, bu dehlizin sonunda, muhtemelen bin yıllık tarihin en derin acılarına çıkacağız.

Eğer aramızdan birileri bu cehennemden kendilerini sakınabilecek olursa, kulaklarına küpe olsun. Sigortası iktidar sahiplerinin kendilerine mani olmalarından ibaret olan sistemlerin sigortası yok demektir.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et