Sayımdan Sonra

Daha önce demiş olmalıyım, 1995 seçimlerini müteakip hazırladığım bir raporda, Türkiye’nin güneydoğusundaki fay hattından daha kırılgan bir fay hattı olduğunu —sandık neticelerine yaslanarak— göstermiştim. Kabaca Balıkesir-Uşak-Fethiye üçgeninin batısı, sosyo-politik olarak, Türkiye’nin kalanına çok yabancı görünüyordu.

1999, 2002 ve kısmen 2007 seçimlerinden sonra da —beni “burada bir fay var” kanaatine ulaştıran— analizleri tekrarladım. O dönemde kullandığım programlar ve eski hevesim kalmadığından, sonrasında yapmadım. Sözünü ettiğim fay hattı, bu süreç içinde kâh doğuya kaydı, kâh derinleşti ama hep baki kaldı.

Dün geceki referandum sonuçları üzerinde o dönemdeki analizleri yapacak araçlar yok elimde. Ama sayılara kabaca bakınca bile, üç ayrı Türkiye görmek artık çok kolaylaştı.

Önce Kürtlerle hesabımızı kapatalım.

Bölgedeki Kürtlerin sandık başına gitmeme konusunda başı çektiği görülüyor. 1 Kasım’a kıyasla geçerli oy oranlarının en çok düştüğü illerin neredeyse tamamı Kürt coğrafyasında. Hakkâri’de 7,5, Şırnak’ta 6,2 düşmüş katılım. Seçmen sayısı açısından anlamlı olan Diyarbakır’da da 4,4. Devletin oy kullanmayı zorlaştırmak için neler yaptığını tam olarak bilmiyoruz —bildiğimiz “son anda sandık taşıma” filanlara ilave olarak. Mevsimlik işçiler var mı, varsa ne kadar, onları da bilmiyoruz. Ama 7 Haziran’dan bu yana yaşananlara bakınca, hiçbir şey yapılmamış olsaydı bile oy kullanma oranlarında bu düşüş anlaşılır bulunabilirdi. Dolayısıyla Kürtlerin boykot çağrılarına ciddi oranda itibar etmedikleri söylenebilir.

Buna karşılık 1 Kasım’daki HDP oyları ile kıyaslandığında —ki onlar da 7 Haziran’a kıyasla, genellikle birkaç puan düşüktü— bölgede beklenenden daha düşük Hayır çıktığı görülebiliyor. Gerçi Muş ve Bitlis dışında Hayır oranı yine de Evet oranından daha yüksek ama HDP’nin hatırı sayılır oranda fire verdiği aşikâr. Daha doğrusu, eğer bu fire olmasaydı referandumun neticesi değişebilecek gibi göründüğünden, HDP’nin kaybı dikkat çekiyor.

Eh, genel başkanı ve birçok milletvekili içeride olan, belediyelerine el konmuş, sandık görevlilerine kadar neredeyse her üyesine pres uygulanan, sahaya çıkması imkansızlaştırılmış olan bir partinin bu kadar düşük fireyle referandumu atlatması bile başarı sayılabilir. Ama bence Kürtlerle ilgili asıl dikkat çekici meseleler başka.

Birincisi, batıdaki büyükşehirlerdeki Kürtlerin arasında bugüne kadar AKP’ye oy verenlerin büyük çoğunluğu dün Hayır dediler. Bu, sadece Kürt hareketi için değil, Türkiye siyaseti için de yepyeni bir sayfa manasına geliyor.

İkincisi, anladığım kadarıyla HüdaPar bölgedeki Kürt oylarının birkaç puan değişimi üzerinden Evet üzerinde bir hisse talep ediyor. Haklı bile olsa, yani bahse konu olan kayma HüdaPar’ın eseri ise bile, bu pek matah bir şey değil. Ama referandumun neticesini Hayırdan Evete değiştirdiği için, hak ettiğinden çok daha fazla olarak görülebilir. Kaldı ki, Bahçeli’yi bitiren Erdoğan, Kürtlerle yeni bir ittifak yapmak için yeni ve Kürt nüfusu temsil edecek temiz bir aktöre ihtiyaç duyacaktır. Bu süreçte çok şey olabilir.

Ama…

HüdaPar vasıtasıyla veya değil, Kürtlerle ilgili yeni bir ittifak arayışına girildiğinde, AKP’nin ağırlık merkezi Balıkesir-Uşak-Fethiye üçgeninden iyice uzaklaşacaktır. Bu da bizi, başlangıçta sözünü ettiğim esas fay kırığına getiriyor. Türkiye’nin yakın geleceğinde asıl tayin edici olan, bence, bu fay kırığı olacak.

***

Eveleyip gevelemeye lüzum yok, dümdük söyleyeyim.

Ama önce birkaç yıl önceye döneyim. MHP’li yöneticilere, “modern, Avrupai bir milliyetçi parti olsanız,” demiştim, “çıkıp ’çiziyoruz ulan Ankara’nın doğusundan çizgiyi’ dersiniz, Kürtler düşünsün.” Kastım elbette “bölelim memleketi” değildi ama memleketin bölünmesinden esas zarar görecek olanlar Kürtlerdi ve böyle bir restleşmede daha sakin pozisyon almaları mümkündü.

Benzer bir şeyi şimdi şöyle sorayım: Diyelim Aziz Kocaoğlu yarın çıktı, “biz Müslüman Türkler, çağdaş medeniyet seviyesini aşmak üzere Cumhuriyeti kurduk, anlaşılan o ki aramızdan bazıları bu hedefe inanmıyor veya bu iddiaya katılmıyor, ama biz iddiamızdan vazgeçecek değiliz, AB’ye katılıp, AB ile rekabet etme iddiamız bakidir, gerekirse Erdoğan’dan bir padişah yapmak isteyenler kendi monarşilerini kurabilirler, ayrılalım” dedi… Sonra da, böyle bir manifesto ile kurulmuş bir partiye gürültüyle girdi.

Ne olur?

Arkasından sekiz on ilçe belediyesi, Aydın, Muğla belediyeleri filan da yeni kurulan partiye girdi.

Ne olur?

Boş verin Manisa’da, Balıkesir’de, Eskişehir’de, hatta Ankara’da, İstanbul’da ne olacağını, mesela Gümüşhane’de, Bayburt’ta ne olur?

***

Bahçeli kendi eliyle kendini imha etti. Erdoğan kendi eliyle kendini —içinden çıkamayacağı bir— kapana soktu. Eh, “kendim ettim kendim buldum” demeyecekler, yanlarındaki beslemelerin önüne atacak kemik bulabildikleri sürece, kendilerine komplo kuran şer odaklarından söz etmeyi ve köpeklerini havlatmayı sürdürecekler. Kendi başlarına ördükleri çorap yüzünden canları yandığında, faturayı millete ödetmeyi sürdürecekler. Tamam. Ama Türkiye’nin bu ahmaklıkları tolere edecek marjı kalmadı.

Kalmadığı dün gece yapılan sayımdan görünüyor.

Ve üstelik daha uluslararası dinamiklerin yol açtığı daralmalardan söz bile etmedik.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et